Sonra o da inandı
İmâm'ın  zemânında, bir âlim var idi ki,
Bilmiyordu  önceden bu zâtın kıymetini.
İlmiyle  gururlanıp, onu kötülüyordu.
Hakkında,  olur olmaz kelâmlar ediyordu.
Yine  bir toplulukta, onu kötülüyorken,
Biri  kalkıp dedi ki: (Tanıyorum onu ben.
Yakînen  bilirim ki, o zâtın aleyhinde,
Konuşan,  azâb görür yarın mahşer yerinde.)
Lâkin  kabul etmedi, onun  müdâfe'asını.
Hem  de inât ederek, sürdürdü da'vâsını.
O  kimse, son olarak dedi ki: (İşte Kur'ân.
Bu  ihtilâfımızı o çözsün istiyorsan.
Haydi,  ikişer rek'at önce nemâz kılalım.
Sonra,  ona niyyetle bir sahîfe açalım.
İlk  sayfanın başında, çıkarsa hangi âyet,
O  velînin hâline tutalım bir işâret.)
O  da (Peki) deyince, kalkıp abdest aldılar.
Nemâz  kılıp, Kur'ândan bir sahîfe açtılar.
İlk  satırda bir âyet çıkmıştı ki açınca,
Tam  İmâm'ın hâlini gösterirdi açıkça:
(Onlar,  uğraşsalar da dünyâ ticâretiyle,
Yine  de unutmazlar Allah'ı bir ân bile.)
Bu  kerâmeti görüp, pişmân oldu gönülden.
Ve  hattâ talebesi oldu hem de o günden.
Yine  bu velî zâta talebe olanlardan,
Birisi  anlatır ki: Ben talebe olmadan,
Önce,  bir mektûb yazıp, sordum ki şu süâli:
(Nasıl  hâsıl oluyor Eshâbın bu kemâli?
Resûl'ün  huzûrunda durmakla insan bir ân,
Nasıl  üstün oluyor, en yüksek evliyâdan?)
İmâm,  cevâb olarak yazdılar ki o zâta:
(Lüzum  yok bunun için mektûbla izâhâta.
Zîrâ  bunun cevâbı, yazmakla anlaşılmaz.
Yâhud  anlaşılsa da, tam mutmain olunmaz.
Bu  süâlin cevâbı, birlikte bulunarak,
Sohbet  ve hizmet ile alınabilir ancak.)
Bu  mektûb üzerine, geldim Serhend şehrine.
Hiçbirşey  konuşmadan, katıldım meclisine.
Dahâ  ilk sohbetinde, oldu ki öyle hâller,
Kavuşmak  mümkin değil, geçse de çok seneler.
Düşündüm  ki: Sohbeti böyleyse bir velînin,
Acaba  nasıl olur sohbeti Peygamberin?
Bu  husûsda, ben henüz bir şey demeden evvel,
Süâlimin  cevâbı verilmişti mükemmel.
O  akşam, İmâm beni çağırıp huzûruna,
Buyurdu: (Anladın mı, cevâb verdim soruna.)
Hemence  ellerine kapanarak ben dahî,
Dedim:  (Evet efendim, anladım gâyet iyi.)